"Kur'an" Kelimesinin Kökeni Üzerine

Kur’ân’ı Kerîm, Allah’ın insanlığa indirdiği son ilâhî kitabın adıdır. Kur’ân kelimesinin hangi kökten türediği ile alakalı, hemzesiz veya hemzeli olduğu konusunda farklı iki görüş vardır. Hemzesiz olduğunu söyleyenler içinde yer alan İmam Şâfiî (204/820) ve onu destekleyen âlimlerin görüşüne göre kelime “el-Kurân” şeklindedir ve hiçbir kökten türetilmemiş; Tevrat, İncil gibi son ilahî kitaba Allah tarafından verilen özel isimdir.[1] Kur’ân kelimesini kırâat-i aşere’den sadece İbn-i Kesîr (120/737) hemzesiz, diğerleri hemzeli okur. Bunun yanında Ebu’l-Hasan el-Eşarî (330/941?) ve bir grup âlim, “bir şeyi diğer bir şeye yaklaştırmak” anlamında “karn” kökünden türetildiği görüşündedir. Ferrâ (207/822) ve Kurtubî (671/1273), “ayetlerinin birbirini tasdik etmesi ve birbirine benzemesi nedeniyle” Kur’ân’ın “karâin” kelimesinden türetildiğini savunurlar.[2]

Âlimlerin çoğunluğu “el-Kur’ân” isminin; “okumak”, “toplamak” ve “açıklamak” anlamlarına gelen “kara’e” fiilinden türeyen hemzeli bir kelime olduğu görüşündedir. Ancak “Kur’ân” ile bu üç anlamdan hangisinin kastedildiği veya tercih edilmesi gerektiği konusunda ihtilaf vardır. Sahâbenin önde gelen âlimlerinden İbn Abbas (68/687) ve büyük müfessir ve tarihçi Taberî (310/923) Kur’ân’ın, “beyan etmek ve açıklamak” manasına geldiğini söylerler. Tabiin döneminin önde gelen müfessirlerinden Katâde b. Diâme (117/735) ve Arap Dili ve Edebiyatının büyük âlimlerinden Zeccâc (311/923) “toplamak ve bir araya getirmek” manasında “kara’e” fiilinin mastarı olduğu görüşündedirler. Âlimlerin çoğunluğu, ilk vahyin “ikra’” emri ile başlaması, “kara’e” kökünün on yedi yerde “okuma” anlamında kullanılması ve Kur’ân’ın çokça okunması tavsiye edilen bir kitap olması hususlarını dikkate alarak Kur’ân kelimesinin “okumak” anlamına gelen “kara’e” kökünden türetilen bir isim olduğunu kabul ederler. Konu hakkında daha çok bilgi sahibi olmak isteyenler, tefsir usûlü veya Kur’ân tarihi kitaplarının ilgili bölümlerine müracaat edebilirler.

Kur’ân’ın terim anlamı olarak da değişik tarifleri vardır. Yaygın olan tarifi ile Kur’ân: “Hz. Peygamber’e vahiy yoluyla indirilmiş, Mushaflarda yazılmış, tevatürle nakledilmiş, tilâvetiyle taabbüd olunan muciz kelamdır.”[3] Bu tarifi biraz açarsak Kur’ân; âlemlerin Rabb’i olan Allah’ın (cc) katından Rûhu’l-emîn/Cebrâîl (as) aracılığıyla Hz. Peygamber’in (sav) kalbine/hafızasına/dimağına indirilen, yerleştirilen; inmeğe başladığı andan itibaren değişik yazım malzemeleriyle yazılan, Hz. Ebû Bekir döneminde bir araya getirilen, Hz. Osman döneminde çoğaltılan Mushaf’lar ile kayıt altına alınan; yalan üzere bir araya gelmeleri aklen mümkün olmayan her çağdaki büyük topluluklar tarafından nesilden nesile aktarılan; okunmasıyla ibadet edilen; beşerin kullandığı dil olmasına rağmen bir benzerinin meydana getirilmesi mümkün olmayan apaçık Arap dili ile indirilen kitâptır.

Kerîm Kitâbımız Tabiri ve Diyanet İşleri Başkanlığı

Bizi bu yazıyı yazmaya sevk eden sebep, Kur’ân’ın kelime veya terim anlamlarını izah etmek değildir. Ancak meselenin ortaya konulabilmesi için böyle bir giriş yapmayı gerekli gördük. Konunun özetle sunulması, bilgilerin yenilenmesi veya bilinenlerin bir düzen içinde yeniden sunulması adına isabetli olduğu kanaatindeyiz. Bu yazının kaleme alınmasının sebebi, son yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın söylemlerinde, yazılarında ve başkanlık tarafından gönderilen hutbelerde Kur’ân’ı Kerîm’in adı olarak ısrarla, “kerîm kitâbımız” ifadelerine yer veriliyor olmasıdır. Bu söz dizisi albenisi olan, kulağa hoş gelen, süslü, tumturaklı bir söylem olarak algılanabilir. Israrla aynı tabirin kullanılıyor olması; kaynaklarda bu isimlendirmenin özel bir yeri var, bu zamana kadar gözden kaçtı, şimdi fark edildi de unutturulan bu anlam zihinlere özellikle yerleştirilmeye çalışılıyor intibaını vermektedir.

Diyanet İşleri Başkanlığı istatistiklerine göre (2015 tarihi itibariyle), Türkiye’de 86762 cami bulunmaktadır. Bu sayıya Avustralya’dan Amerika’ya, Türk cumhuriyetlerinden Fransa’ya hatta Suudi Arabistan’a varıncaya kadar bulunan müşavirlik, ataşelik ve onların bünyelerindeki cami ve mescitler dâhil edildiğinde Başkanlığın dünyaya seslendiği söylenebilir. Bu kuruma, geçmişten miras aldığı özelliğini yani Osmanlı Devleti’nin devamı olmasını da ilave ettiğinizde, Diyanet İşleri Başkanlığının bütün dünya Müslümanları ve diğer devletler tarafından örnek alındığını veya takip edildiğini ifade etmek gerekir. Bir buçuk milyarı aşkın Müslüman’a hitap eden bir teşkilattan ve onların bütün varlıklarıyla inandığı kutsal kitaptan bahsediyoruz. Bu kadar geniş kitleye hitap eden bir kurumun; temsil etmiş olduğu dinin kitabını, “kerîm kitâbımız” şeklinde şimdiye kadar hiçbir kaynakta yer almayan ve hiçbir kimse tarafından kullanılmayan bir şekilde isimlendirmesi dikkatimizi celbetmiştir.

Bu zamana kadar bu tür meselelerde, aman bir fitneye sebep olunmasın, din toplumun birliğini, dirliğini temsil eder, bu birliği temsil eden kuruma yönelik ifadelerde de çok dikkatli olmak gerekir diyerek susmayı tercih ettik. Ancak 15 Temmuz gecesi meşum bir yapının hain darbe teşebbüsü, yaptıklarımız, yapmadıklarımız veya yapmak isteyip de yapamadığımız hususlarda kendimizi sorgulamamız gerektiğini hatırlattı bize. Çünkü bu oluşum dinî temel referans aldı ve dinde yeri olmayan birçok uygulamaya ısrarla devam etti. Mesela her kurban bayramı öncesi Hz. Peygamber (sav) adına kurban kesmek için veya çocukların ellerine tutuşturulan bir inek resmiyle hayvanın çenesi, kulağı, burnu, kuyruğu şu kadar diyerek para toplandı. Bu yanlış uygulamaya karşı cevap verme durumunda olan kişiler de değişik gerekçelerle ya sustu ya da cılız sesler çıkardı. Yani bu korkunç darbe teşebbüsü ile biz, bir yerde yanlış varsa bir şekilde müdahale edilmesi gerektiğini yoksa belanın yalnız bu haksızlığı edenlerle sınırlı kalmadığını ve herkese eriştiğini müşahede ettik.

Kaynaklarda Kur'an'ı Kerim ve İsimleri

Varlıklara isim verme, özelliklerini tanıma, künhüne vakıf olma Allah’ın insanlara bahşettiği, kendisine meleklerin secde etmesini gerektirecek kadar önemli olan özelliklerindendir.[4] Bunun yanında Allah (cc), güzel isimlerin kendine ait olduğunu,[5] o halde O’na güzel isimlerle yalvarmamızı,[6] bunlardan hangisi ile seslensek her birinin de en güzel isim olduğunu[7] söylemektedir. Rasûlüllah (sav) da güzel isim koymanın önemini: “Sizler kıyamet günü isimlerinizle ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Öyleyse isimlerinizi güzel yapın.”[8] diyerek izah etmektedir. Bu açıklamalar bize insana veya herhangi bir varlığa isim verme, daha da önemlisi güzel isim verme veya verilen güzel isimlerle ona seslenme sorumluluğunu yüklemektedir. Şimdi “kerîm kitâbımız” tabirinin Kur’ân’da yeri var mı? Kur’ân kendini nasıl isimlendiriyor? Bunun yanında Kur’ân’ın isimlerinin içinde özellikle “kitâbun kerîm” olup olmadığı ile ilgili esas konumuza geri dönebiliriz.

Kur’ân’ın isim ve sıfatlarının sayısı konusunda bir görüş birliği yoktur. Konu ile ilgili olarak geçmişten günümüze ulûmu’l-Kur’ân ve tefsir usûlü kitaplarında bir başlık altında incelenmesinin yanında müstakil eserlere ve makalelere de rastlamak mümkündür. Son ilâhî vahyi gönderen Allah, bu kitâbın hangi isim veya isimlerle ifade edilmesi gerektiğini birçok ayette dile getirmektedir. Bunlardan en meşhuru “Kur’ân’ı Kerîm”[9] ismidir. Kaynaklarda Kur’ân’ın diğer isim ve sıfatlarından en meşhur olanlarını azdan çoğa doğru şöyle sıralayabiliriz. Mâverdî (450/1058) Kur’ân’ı Kerîm’de Allah’ın (cc) kendi kitâbını “el-Kur’ân, el-Furkân, el-Kitâb, ez-Zikr” isimleriyle adlandırdığını söyler.[10] Tahir İbn Aşur (1394/1973) bu üç isme “Tenzîl, Vahy ve Kelâmullah” isimlerini ilave etmektedir. Saçaklızâde (1145/1732) Kur’ân’ın isim ve sıfatlarından otuz bir tanesine yer vermektedir.[11] Ulûmu’l-Kur’ân geleneğinin ilkleri ve en önemlileri olan Zerkeşî (794/1392) ve Suyûtî (911/1505), Kâdî Şeyzele’den (494/1100) nakille, Kur’ân (Tâhâ 2; Nisâ 82), Furkân (Enfâl 29; Âl-i İmrân 3 ve 4; Furkân 1), Kitâb (Fâtır 29; Nisâ 105), Zikr (Âl-i İmrân 58; Hicr 9), Tenzîl (Şuarâ 192; İnsân 23), Hadîs (Zümer 23; Kehf 6), Mev’iza (Yunus 57), Tezkire (Hâkka 48), Zikra (Hûd 120), Beyân (Âl-i İmrân 138), Hudâ (Bakara 2), Şifâ (Fussılet 44), Hükm (Ra’d 37), Hikmet (Ahzâb 34), Hakîm (Âl-i İmrân 58), Müheymin (Mâide 48), Hâdî (Cin 1 ve 2), Nûr (A’râf 157), Rahmet (Neml 77), İsmet (Âl-i İmrân 103), Nimet (Duhâ 11), Hakk (Hâkka 51), Tibyân, (Nahl 89), Besâir (Kasas 43), Mübârek (Enbiyâ 50), Mecîd (Kâf 1), Azîz (Fussılet 87), Azîm (Hicr 87), Kerîm (Vâkıa 77), Sirâc (Ahzâb 46), Münîr (Ahzâb 46), Beşîr (Fussılet 3 ve 4), Nezîr (Fussılet 4), Sırât, (Hamd 6), Habl (Âl-i İmrân 106), Rûh (Şûrâ 52), Kasas (Yûsuf, 3), Fasl (Târık 13), Nucûm (Vâkıa 75), Acab (Cin 1), Kayyim (Kehf 1 ve 2), Mübîn (Yûsuf 1), Aliyy (Zuhruf 4), Kavl (Kasas 51), Kelâm (Tevbe 6), Belâğ (İbrâhim 52), Müteşâbih (Zümer 23), Arabî (Zümer 28), Büşrâ (Neml 2), Adl (En’âm 115), Emr (Talâk 5), İmân (Âl-i İmrân 193), Nebe’ (Nebe’ 1 ve 2), Vahy (Enbiyâ, 45), İlim (Ra’d 37) Kur’ân’ın elli beş tane isim ve sıfatına yer vermektedir.[12] Konu hacimli bir makale boyutunda ele alınarak sayı altmışa kadar çıkarılmıştır.[13] Kur’ân’ın isimleriyle ilgili yazılan beş yüz sayfayı aşkın kitapta da konu bütün yönleriyle incelenmektedir.[14]

"Kerîm Kitâbımız" İsminin Kaynaklarda Geçmemesi

Kur’ân’ın kendisinde, “Kitâb” kelimesi, tek başına kullanıldığı gibi daha ziyade kendisini belirleyen sıfatlarla kullanılmıştır. Bu sıfatlar; “Kitâbun mübîn/el-Kitâbu’l-mübîn”, “Kitâbullah”, “Kitâbun azîz”, “Kitâbun hakîm”, “Kitâbun munîr” şeklindedir.[15] “Kitâbun kerîm” (kerîm kitâb) tabirine karşılık gelecek şekilde Kur’ân’ı Kerîm’de bir âyet vardır ki, o da Süleyman’ın (as) emrindeki Hüdhüd kuşunun Sebâ Melîkesine götürüp bıraktığı mektup hakkındadır.[16] Bütün bu izahlardan sonra Kur’ân’ı Kerîm’in, kendini tanıtan isimler arasında “Kitâbun kerîm” (kerîm kitâb) tabirine yer vermediğini söyleyebiliriz.

Yukarıdaki değerlendirmeler göz önüne alındığında; kelimât/müfredâtü’l-Kur’ân (Kur’ân’ın kelimeleri) ve Ulûmu’l-Kur’ân (Kur’ân ilimleri) alanlarındaki en meşhur eserlerde, dolayısıyla gelenekte de “kitâbun kerîm” (kerîm kitâbımız) tabirine rastlamamaktayız.

Yakın döneme bakıldığında ülkemizde ve yurtdışında yazılan, Kur’ân tarihi ve tefsir usûlü alanındaki eserlerin Kur’ân’ın isimleri ile ilgili bölümlerinde de böyle bir ifade yer almamaktadır.[17]

Bu eşsiz kitâba inanan ve inanmayan milletlerin dilinde bu kitabın adı Kur’ân’dır. Mesela İngilizce Quran veya The Holy Quran; Almanca Der Koran veya Der Heilige Koran; Fransızca Coran, Le Coran veya Le Saint Coran; İspanyolca El Sagrado Coran; Portekizce Quran; İtalyanca Il Sacro Qorano; Rusça Quran; Brezilya, Japonya hâsılı doğusuyla batısıyla, kuzeyiyle güneyiyle, Müslüman’ıyla Müslüman olmayanıyla yani bütün bir dünya onu ya iki kelimeyle “Kur’ân’ı Kerîm” ya da kısaltılmış haliyle “Kur’ân” diye isimlendirmektedir.

Neden Bu Tabirde Israr Ediliyor?

Sonuç itibariyle bütün dünya, Müslümanların kutsal kitâbına “Kur’ân’ı Kerîm” veya “Kur’ân” derken, “kerîm kitâb” tabirinin kaynağı nedir? “Kerîm kitap” tabiriyle ne kastedilmektedir? Bu tabirle Kur’ân-ı Kerîm kastediliyorsa, ne Kur’ân’da ne gelenekte ne de günümüzde yani hiçbir yerde ve dönemde, hiçbir dilde böyle bir isimlendirmeye yer verilmemektedir. Geçmişi ve konumu itibariyle haklı olarak yeryüzündeki bütün Müslümanların sorumluluğunu üzerine alan bir kurumun zühülen bile olsa böyle bir isimlendirmede bulunması nasıl izah edilebilir? Israrla bu tabirin kullanılıyor olması bunun tesadüfen veya bir anlık söylenmiş bir söz olmasını da geçersiz kılmaktadır. Bu durumda akla şu mühim soru geliyor: “Kur’ân’ı Kerîm” tabirinde eksik olarak görülen neydi ki ısrarla “kerîm kitâb” şeklinde isimlendiriliyor? Bu bilgiler ışığında her ne kadar kulağa hoş gelse de “kerîm kitâbımız” ifadesi “Kur’ân’ı Kerîm” adını karşılamaktan uzaktır.

Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun.

Dipnotlar:

[1] Beyhakî, Menâkıb, I, 277.

[2] Zerkeşî, el-Burhân, I, 274.

[3] Zürkânî, Menâhil, I, 12.

[4] Bakara, 2/31.

[5] A’râf, 7/180; İsrâ, 17/110; Tâhâ, 20/8; Haşr, 59/24.

[6] A’râf, 7/180.

[7] İsrâ, 17/110.

[8] Ebû Dâvûd, Edeb 69.

[9] Vâkı’a, 56/77; el-Isfahânî, el-Müfradât, k-r-e md.

[10] Mâverdî, en-Nüket, I, 34-35.

[11] Saçaklızâde, Tertîbü’l-ulûm, çev. Z. Pak- M. A. Özdoğan, ss. 248-250.

[12] Zerkeşî, el-Burhân, I, 273; Suyûtî, el-İtkân, I, 51-53.

[13] Abdurrahman Çetin, Kur’ân’a Göre Kur’ân’ın İsim ve Sıfatları, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 5, cilt: 5, 1993, ss. 67-103.

[14] Kur’ân’ın kırk bir ismine yer verilen 512 sayfalık, Salih b. İbrahim el-Belîhî’ye ait, el-Hüdâ ve’l-beyân fî esmâi’l-Kur’ân, adlı eser, Pınar yayınlarından, “Kur’ân İsimleri
Antolojisi” ismiyle 2006 yılında Türkçe olarak da basılmıştır.

[15] Abdulbâkî, Mu’cem, k-t-b md.

[16] Neml, 27/29.

[17] Cerrahoğlu, Tefsir Usulu, s. 34-35; Musa Şahin, el-Leâli’l-Hisân, s. 12; et-Tayyar, el-Muharrar fî Ulûmi’l-Kurân, s. 20-22; Muhaysin, Târîhu’l-Kurâni’l-Kerîm, s. 6-7.

fullscreen-exit fullscreen profile send play facebook whatsapp twitter